27 Temmuz 2011 Çarşamba

Sultan Geliyor

Sultan geliyor…
Hangi sultan?
Tabi ki Müslümanlar için 11 ayın sultanı...

Geldi geliyor derken, bir ramazan ayına da sayılı günler kaldı.
Bu ayı ibadet yerine sadece yemeye içmeye odaklı, haber ve reklam değeri olan bir aya dönüştürenleri öylesine kanıksadık ki, gözümüzü o reklam furyasından alamıyor, neden böyle diye düşünmüyoruz bile.
Orucun köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimi olduğu ön plana çıkarılacağına ilkin beslenmeye endeksli yönü göz önüne sokulmaya çalışılmasının yanlışlığını düşünenler çoğunlukta olsa da yakında başlar colalı, geniş yemek masası düzenlenmiş ve kıtlıktan çıkmışçasına etrafına toplanılmış bol bol yenilip içilen ve buna teşvik edilen reklamlara. Sadece reklam olsa yine iyi, pek çok yemek tarifi de dolanır artık TV programlarında.

Dedim ya bu ayda akla gelen sadece yemek içmektir. Alışveriş merkezlerinde sanki ramazan ayı boyunca aradığınızı bulamayacakmışsınız gibi sizi bol bol almaya, eve malzeme yığmaya özendirirler.

Ramazan geldi ya mutlaka hurma yemek zorundasınız gibi çeşit çeşit hurma dolar satış merkezlerindeki raflar. Oruç tutanlar da bu işin ulvi yönünden ve maneviyatından çok çevresel etkiler sebebiyle sadece yemeye yönelmişler, bunu düşünür olmuşlardır.

Ne yiyeceğimizi, ne kadar yiyeceğimizi, nasıl yiyeceğimizi öğretmek zorunda imişler gibi dayarlar program diye önümüzde bol miktarda sucuklu, pastırmalı, yoğurtlu, dondurmalı, tatlılı görüntüleri... Bir alışveriş çılgınlığına kaptırıverir kişiler kendilerini.

Ramazan ayı süresince oruç tutanlar için 2'ye inen öğün sayısı sanki 2 katına çıkmışçasına çarşı pazar dolar, kimi zaman pahalılıktan, gelen zamlardan yakınılsa da fazla fazla alınmaya çalışılır her zaman alınanlar.

Süpermarketlerde ramazan paketleri hazırlanmış ve satışa sunulmuş bile.

Ramazan geldi hoş geldi demeye az kaldı.

Marketlerde paketler
reklamlarda hurmalar, colalar…
ne yiyeceğimizi onlar söyler biz alırız.

Ticarette her yol mubah
Ne ayıp bilinir ne günah sanki.

İşin en güzel yanı
Işıl ışıl yanan mahyalar
Ezanı sofra başında bekleyip
iç huzuru ile yenen
dua ile başlanan yemekler...

Hepsi bu değil. Tarihlerin üstünü kapatıp okuduğunuzda, dinlediğimizde, gördüğümüzde aşağı yukarı birbirinin aynısı yazılar, konuşmalar, haberlere hazır olmalıyız. Yine özlenecektir eski ramazanlar, yine anlatılacaktır eski alışkanlıkları, yine canlandırılmaya çalışılacaktır gelenekler. Eyüp’te iftar saati yine beklenecek, yine Ramazan ayının ilk iftarını
Oruç Baba Türbesinde o muhterem şahısın sanki sirkeye ekmek banarak orucunu açmak zorunda kalan yoksul kişi olduğu bile hatırlanmadan o ritüeli yerine getirip yine zengin sofralarda karınlar doyurulmaya devam edilecektir.

Her şeye rağmen ne güzeldir o yoğunlaşma, yardımlaşma ve yaşayan yaşatılan bir dine sahip olduğumuzu hatırlama.

Ne güzeldir arınmaya çalışma, niyetliyim deyip belalardan sataşmalardan uzak durmaya çalışma.

Ne güzeldir ezana az bir zaman kala yetiştirilmeye çalışılan çorbalar, yemek sonrası gelen rehavet, sahur vakti geldiğinde uykulu bir yüzle kalkıp sofraların hazırlanması, mis gibi kokan sıcacık ramazan pideleri, güllaçlar…

Ne güzeldir iftar çadırları ki belediyelerin çalışmaları sonucu kurulmuş bu iftar çadırlarında, iftar saatinde eve yetişemeyenlerin, ihtiyaç sahiplerinin, birliktelik ve paylaşma duygusunu yaşamak isteyenlerin aynı masayı, aynı yemeği paylaşması, edilen dualar.

Ne güzeldir günah ve sevap kavramının daha sık düşünülmesi, gün boyu ikide birde saate bakmalar, sabırsızlanmalar…

Ne güzeldir TV'de iftar saatlerinin bildirilmesi, sizin sofra başında X ili için iftar saatinin gelmesiyle TV'de okunmaya başlanan ezan…

Hacivat ile karagözü de unutmayalım tabii.
Büyük şehirlerde eski ramazan eğlencelerini ve orta oyunlarını unutturmamak için yapılan bazı programlar, artık herkesin cep telefonu ile veya çalar saatini ayarlayarak uyanması gibi kolaylıklar varken bile sokak sokak dolaşan ramazan davulcuları ve kimilerinin çatlak sesleriyle söylediği maniler ne güzeldir.
Davulun ritmini kısa süre sonra ezberleyişimiz, çocukların büyüklere özenip, sahura kalkmak istemeleri, uykulu gözlerle itina ile hazırlanan sahur sofrasında yemeklerini yiyip yatmaları ama ertesi gün çoğunun niyetli olduklarını unutuverip ağzına bir şeyler atıştırıvermesi ve hatırlar hatırlamaz geri tükürmesi… Güzeldir bu ayı yaşamak ve bir bayrama hazırlanmak.

işte Ramazan klasikleri…

Hoş geldin sultan, hoş geldin ramazan. Umarız ramazan ramaZAM ile birlikte gelmez, üstelik ekonomik krizin kapıda olduğu söylemlerinin yeni başladığı günlerdeyken. Açlık, susuzluk, uykusuzluktan öte anlamlarını özümseyerek, bolca düşünerek arınabileceğimiz, ahlak ve faziletlerin artırılabileceği,  hayırlı bir ramazan ayı diliyorum tüm İslam alemine.

Müşerref ÖZDAŞ
27.07.2011

4 Temmuz 2011 Pazartesi

İZLER, YASLAR, YAŞLAR

Sevginin gücü nerde olursanız olun 
sizi arayıp bulacak ve 
saracaktır.
Yaşamınızda temel taşı olan sevginin eşliğinde 
yaslar, yaşlar, izler, yaralar,çizikler de olacaktır.
O zaman dolu dolu yaşadım diyebilirsiniz.
  M.Özdaş

29 Haziran 2011 Çarşamba

Mutlaka gel, beklerim...

Adresinde yoktur
Mutlaka gel, beklerim...
Tatilde mutlaka gel, beklerim... Bak evi tarif edeyim, çok kolay.

Geleceksen önce giyinip süslenip evden çıkacaksın. Almadıysan eğer, eli boş gelinmez, bir hediye alacaksın.
Sonra garaja gidip S.... otobüslerinden bir tanesini seçip bineceksin. S....'ye gelince inmeyi unutmayacaksın.
Otobüsten indiğin zaman önce şaşkın şaşkın etrafa bakınıp sonra sağa dönüp yürüyeceksin.
Önüne çıkan ilk bakkala M........ dolmuşlarının nereden kalktığını sorarsın. Dolmuş ücreti 1.300 TL.

M......'in içine girmesi için dolmuş şoförüne yalakalık edip gerekirse yalvaracak, ikna edeceksin.
M......'e gelince iner inmez A........ caddesine girip ( Tam karşıdaki cadde ) dümdüz yürüyeceksin.
Zaten sapacak başka yer de yok. smile
Sokağın sonunda, pastanenin karşısında bizim oturduğumuz apartmanı göreceksin.
Alttan yukarı doğru sayıp 4. zile uzun uzun basacaksın. Büyük ihtimalle cevap vermeyecek kimse.
Eğer evde yoksak plajdayız demektir.
Sahile inip banklardan birine oturup dönmemizi bekleyeceksin....

Ya da bir kafeteryaya gidip bir kahve içersin. Falına da baktırmayı unutma.
Birkaç saat çabucak geçer nasılsa, olmadı sahilde yürüyüş yaparsın.
Karnın acıkırsa dondurmacının solunda bir dürümcü var, çok da güzel yapıyor. Orada karnını doyurursun.

Hava kararmaya başlayınca yine bir uğra bizim apartmana, zili çal...
Dönmüş oluruz büyük ihtimalle.
Bu kadar basit işte...
Ne zaman istersen buyur gel, mutlaka bekleriz.

Müşerref Özdaş

28 Haziran 2011 Salı

SEVGİ BEKLER Mİ ?


SEVGİ BEKLER Mİ?



Sordular bir gönüle: Aşkın ömrü ne kadardır?
Cevap verdi: Kavuşamadığın sürece uzundur, çok uzun…

Üzerinde düşünülebilecek bir cevaptı bu. Kavuşmak her şeyi çözüyor muydu? Yoksa yeni arayışlara kapı mı aralıyordu? Sevgi bekler miydi? Ne kadar bekleyebilirdi? Yeterince sabırlı mıydı? Bu bekleyiş sürecinde yağan yağmurlarla ıslanır, gökkuşağını görür müydü? Sevgiler karşılıklı mı olmalı, karşılıksız mı? Ne kadar verirsem o kadar almalıyım mı demeliyiz?

Ben düşünüyorum da, karşılıksız mıdır diye sevgiler? Hayır, değil, değil… Her şeyin bir karşılığı var, aşkta da, ailede de, toplumda da…

Sordular bu kez benim gönlüme:

Sevdiğini ta uzaklardan sarıp sarmalayabilir misin? Onun mutluluğu için feda edebilir misiniz kendi isteklerini ve mutluluğunu, zamanını? Her ilişkinin içinde bir miktar da egoizm var mıdır?

Cevap verdi gönlüm:

Özlemek sevmektir. Özlemek sevgiyi büyütür içimde. Zaman tüketmeye çalışırken, özlemlerim büyütmeye çalışır. Cevaplarını bildiğim sorular kadar bilmediklerimi de sorarım her fırsatta. Sorgulamaların başlaması demek, içinizdeki okyanusun kabarması demektir. Bir süre sonra bu okyanusun taşıp, yıkıntılara sebep olma ihtimali de vardır. Ne çok şey gizleriz içimizde ve bunca gizlenmiş sırla birlikte yaşamak ağır geliverir günün birinde. Sımsıkı kapattığımız kapılarımız sert bir rüzgarla ardına kadar açılıverir.

Böylesi zamanlarda ben kapımı kapatmam. Bırakırım açık kalsın. Bilirim ki bu kapılardan çok şey taşıp çıkacak dışarı. Yüklerimden kurtulacağım, yüreğimin ağırlıklarından kurtulacağım. Taze, ılık bir bahar havası dolacak içeri.

Uzaklardan, yorgun gelen bir yolcuyu ağırlayabilirim, aç ise doyurup, yaralıysa yaralarını sarabilirim. Gitmek isterse yoluna, gönderebilirim. Yanlış da çalınmış olsa bu kapı gelen konuk olup hoş anılar bırakacaktır. Gönül hırsızları da girse açık kapıdan, arkalarında bırakacakları izleri olacaktır… Kısacası her türlü durumla yüzleşebilecek ve başa çıkabilecek yüreğe sahibim. Kapıma geleni geri döndürmem. Gelen çıkıp giderken bir daha hiç açmayacakmış gibi kapatıp çekip gitse de…

Gidenin ardından suskun kalabilirim ya da içimde taşan okyanuslarda hayallerimi yüzdürebilirim. Belki darılırım kendime, bekli de gidene…
Belki ben de yanıldığım gibi yanıltırım da. Ve benim de sertçe kapatıp çıktığım kapılar kadar, geri döndüğüm, dönmek isteyebileceğim, yeniden çaldığımda belki açılacak belki de açılmayacak, açılamayacak kapılarım olacaktır.


Sordular başka bir gönüle:
Aşk egoist midir?
Cevap verdi, derin düşüncelere dalarak:

‘’ Ben seni sevmeyi sevdim.’’
‘’ Ben sevgiyi sevdim.’’
‘’ Ben sevmenin bana hissettirdiklerini sevdim.’’
‘’ Ben kalp çarpıntılarını sevdim.’’
…………………………
‘’ Ben seni sevdim.’’

Son sırada tesadüfen yer almadı en son yerleştirilen sevgi ifadesi…
Karşımızdakini sevmek değil, öncelikle hissedebileceklerimiz için isteriz sevilmeyi. ‘’Sevmeyi ‘’ demiyorum ısrarla, ‘’Sevilmeyi’’ diyorum!

Karşınıza biri çıkar da bir gün ‘’ Ben seni sevmeyi sevdim.’’ derse, bilin ki öncelik kendindedir. Siz sonra geleceksiniz. Egoizmin bir türü işte bu. Ardından sorular da gelir. ‘’ Neden sen beni, benim istediğim gibi sevmiyorsun?’’…
Cevabım şu olurdu bu soruya: Ben hiçbir zaman sen değilim, sen olamam.’’ Ancak, sevmek ve sevildiğini hissetmek elbet insanı yükseklere çıkaran bir duygudur.


Sorulara devam edelim.
Cevabı bekleyen, bekletilen, beklenen gönüllerden gelsin bu defa:

Sevgi beklemeli midir? Yoksa yola mı düşmelidir? Keşfe mi çıkmalıdır gizemli şehirleri bulmak için? Gizemli bir şehir midir sevgi? Keşfetmeye değer neler bulunabileceği, herkesin hayal dünyası ile mi sınırlıdır? Keşfetmek, içimizdeki merakı bitirir ve terk mi edilirdi o şehirler bir süre sonra?

Bekleyen gönül cevap veriyor:

Gözü kapalı değildir sevdalar. Her ne kadar öyle görünse de çoğu kez. İçsel gözünüz gördüğüyle, sezdiğiyle bir karara varmıştır. Cevap ve karar çok derinlerden gelmiştir. ‘’Bekle, değecektir beklemeye.’’ demişse, beklemeye başlamışızdır. Gizemleri keşfetme zamanının geleceğini sezmişizdir. Hayallerle başlayacağını her yeni keşfin bilir yüreklerimiz. Gizemli şehirlerde büyülü yolculuklar yaparken biz de keşfedilmekteyizdir aslında. Bu büyü bizi sarıvermişse terk etmek bir yana daha da çekiliriz derinlerine.


Bu şehirde mutluluk var mıdır? Nedir mutluluk? Kapısını her çalana açar mı? Gözyaşıyla akıp yitebilir veya kahkahalarla taşabilir mi uzaklara?



Ve sorular devam ediyor. Cevaplamak isteyen gönüller buyursun.


Zaman gibi, sevgi de kimseyi beklemiyor mu?
Sevgi bekliyor da, seven mi sabırsızdı? Sabırla geçen bu süreçte benlikler katılaşabilir, katman katman eksilebilir mi bekleyenler?

Sevgiler umut mudur? Umutlar yarınlarda mıdır? Yarınlar umut mudur? Umutlar mıdır tükenen, biz miyiz onları tüketen veya tükenen?

Yönümüzü nasıl belirleyeceğiz yarınlara yürürken? Pusulamız şaşarsa, yabancı kıyılara savurursa bir dev dalga bizi?...

Başka kıyılara savrulsak da, zifiri karanlıklarda kalsak da, su gibi, sevgiler de akar ve yolunu bulur yeniden. Sormamız gereken şudur kendimize: ‘’ Değer mi?’’ Evet,(Yine de) her şeye değer diyebiliyorsak yola çıkmalı. Kalbimizin yön göstereceğine inançla ve güvenle. Ama bilinmeli ki, sevgiye ulaşmak için çıkacağımız yolda bizi oyalayanlarla da karşılaşmak mümkün olacaktır. İki çift laf ederken bir eski tanıdıkla ve uçan bir kuşa bakarken arkamızdan geçip gitmiş de olabilir beklediğimiz.

Tebdil-i kıyafet ile dolaşan bir sevgi de olabilir karşıdan gelen. Yollarımız karşılaşmış, belki de selamlaşmış ve o olduğunu bilmeden geçip gitmişizdir. Boşuna arar, boşuna bekleriz. Bakıp da görmemek, kalp gözünü kapanmış olması da mümkündür elbet. Gerçeğin ne olduğunu bilmek, tanımak için asıl o gözün açık olması gerekir ki geleni fark edip, geçip gitmesine fırsat vermeyelim. Belki çok sonra farkına varıp kaybımızın geri dönmek isteriz. O zaman da geç kalmış oluruz. Başka bir yerde soluklanmak üzere durmuş, başka gönüllere konuk olmuş bulabiliriz aradığımız sevgiyi…

Yaşam, kendi belirlediği kuralları içinde, belki yeni tesadüflere, tesadüf gibi görünen olaylara doğru akmakta, bizlerin önüne madde madde serilmektedir. Yürüdüğümüz yolda karşımıza çıkan bu maddeleri bazılarımız okuyup anlayabilmekte, bazılarımız da hiçbir şey anlayamamaktayız.

Binlerce yüreğin binlerce sevgi barındırdığı gibi, binlerce yürek, binlerce acıyı da barındırmaktadır. Binlerce yürek umut yolundadır. Gecenin karanlığında, yıldızların ışığında bile yürümeye devam eden inançlı yürekler, yarınlara, umutlara çıktığımız yolumuzda bizlere yoldaş olsun.

Yaşam bir kurgulama mıdır? Bizler figüranlar mıyız? Bu sorulara cevap arar her yürek. Sorularımızı bazen yüksek sesle, bazen de kimsenin duymayacağı şekilde sorarız. Bulduğumuz cevaplar yüreklerimizde saklı kalacaktır belki de.

Sizin bir cevabız var mı? Ne dersiniz? Aşkın ömrü sizce ne kadardır? Sevgi bekler mi? Seven sabırsız mıdır? Sevgi umut mudur? Umutlar yarınlarda mıdır?
Yarınlar umut mudur?

Umutsuz, sevgisiz, yarınsız kalmamanız dileğiyle.
Kapılarınızı açan ve gülümseyerek, aydınlatarak girenlerin çok olması dileğiyle…


Bekleyenlere ve beklenenlere sevgiyle…

 Müşerref ÖZDAŞ

Olmadı, olamadı


İnsan olamıyoruz
Maçlara gidiyor olay çıkartıyoruz
Okulda en yüksek notu alamadık diye ağlıyoruz
Çekirdekten yetişme doyumsuzlar yetiştiriyoruz.

Kendimiz gibi düşünmeyene tahammül edemiyoruz
Koltukları söküp otobüs camlarını, çerçevelerini paralıyoruz..

Siyaset yapamıyoruz
Politika üretemiyoruz.
Molotoflardan medet umuyorsunuz...
Yol kesip gözdağı veriyor, can alıp can veriyorsunuz...
Dava dediğimiz şey nedir, fazla düşünmüyorsunuz..

Konuşamıyoruz, bağırıyoruz..
Ses yükselince daha mı fazla haklı olabilme ihtimali var sanıyoruz?
Aileden başlıyor bu garip döngü... Çekirdekten yetişiyoruz...

Hoş göremiyoruz, hoş görülmüyoruz..
Hoş gelmiyoruz, hoş görmüyoruz...
Katlanamıyor ama sinir katsayımızı katlayabiliyoruz...

Meydanlarda seçim çalışması diye seçim atışması yapıyoruz,
ABeSe fren sistemi tutmayanlara... Yıkama yağlamayı iyi bilenlere...
Hâlâ orta oyununa devam edenlere, bu orta oyununu sürekli oynayanlara....
Güvenmiyoruz, güvenemiyoruz
Sevmiyoruz, sevemiyoruz

Karşımızdakinin de öncelikle bir insan olduğunu görmüyoruz, göremiyoruz..
Biz yaşamayı yaşatmayı bilmiyoruz...
Öldürüyoruz insanlığı, hayalleri, kirletiyoruz yürekleri...
Kısacası hepimiz tükeniyoruz, tüketiyoruz.

M.Özdaş

17 Haziran 2011 Cuma

SON ADRESİM= DOKUZUNCU KÖY

Şimdilik dokuzuncu köydeyim ama yakında göçerim buralardan.

Orada bir köy daha görüyorum, uzakta... sordum, o köy 10. köy dediler. Gitmek de geri dönmek de kolaymış...
'' Bir doğrucu bir doğrucuya gel 10. köyde buluşalım demiş.'' bu köysözü orada çok kullanılırmış...

'' Bu köyün fazla kalabalık olduğunu sanmıyorum.
Gidenlerden duydum ki yüksek tepeleri varmış çıkıp yol gözledikleri, sivriymiş dili burada yaşayanların. Diğer 9 köyden gelenlerle gayet iyi geçinirlermiş.

'' Gel, sen de gel! '' diyorlar... giderim yakında...

Orada olmanın en kötü yanı da çok sevdiklerini geride bırakmak ve buraya belki hiç gelemeyeceğini bilmekmiş. Onların çoğu 1. köydeymiş.10. köydekiler, belki bir gün gelirler umuduyla yaşayıp gidermiş..
Eee... lafı fazla uzatmayalım, evli evinde köylü köyünde gerek demişler. 10. köyün adresini aldım, hadi bana eyvallah...
Müşerref Özdaş